Hz. SÜLEYMAN’ın ANKARA'yı Fethi Ve Yüzüğünün Çalınması


Bir gün Süleyman a.s yerinde oturmaktaydı. Yanındakilere dünya hallerinden sordu ve:


-“Nerede kafir vardır ki oraya gazaya gidelim! Dedi. Ona:


-“Rum’da (Anadolu’da) bir bey vardır, ona Maariç oğlu Ankur derler. Puta tapmaktadır. Ve Ankur’u (Ankara’yı) o yapmıştır. Şimdi ona Ankuri (Ankara şehri) derler!” dediler. Süleyman a.s yaygısını hazırlattı. O yüne yüneldi. Ankur cadının biri idi. Bu hazırlığı haber aldı. Ordusunu topladı. Adam gönderdi. Savaş oldu. Ankur büyü ile üstün geldi. Asker geri döndü. Süleyman a.s o zaman çok dev ve peri gönderdi. Yine savaştılar. Ankur Süleyman a.s’a karşı çıktı, yine sihirde bulundu. Süleyman a.s’ da yele buyruk saldı:


-Yerden bir avuç toprak al onun gözüne savur!” dedi. Yel esti. Ankur’un gözüne toprak doldurdu. Bir aslan Hz Süleyman’ın yanında durmuştu. Onu cenge gönderip:


-“Var o kişiyi öldür!” dedi. Aslan gitti Ankur’u bir sıçrayışta öldürdü. Askeri de bu işi gördüler. Ankur mağlup oldu. Süleyman a.s onun kızını aldı ve geri döndü ve o kızla evlendi. O kız her zaman ağlar, dururdu. Onun bu halinde Süleyman a.s kaygılı oldu. Devlere:


-“Buna bir çare bulun!” dedi. Devler:


“Buyruğunuz başımızın üstünedir!” dediler. Ankur şehrinin küçüğünü (Bu günkü adıyla maketini) taştan yaptılar. Öyle ki tıpkı Ankara’ya benziyordu. Onu kıza ilettiler. Kız, bunu görünce çok sevindi. Onu aldı. Bir tahtın üstüne koydu. Ona giysilerini giydirdi. Ve o taştan yapılmış olan şehir puta tapmağa başladı. Her zaman o puta secdeye kapanırdı. Lakin bunu kimse bilmezdi. Ama vezir Asaf (Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getiren kişi) bu hali bildi. Ama Süleyman a.s’a bunu söyleyemezdi. Çünkü onun ne kadar heybetli olduğunu bilirdi. Ve hiç kimse onun katında kendisi sormayınca tek söz söyleyemezdi.


Bir gündü. Bernaya oğlu Asaf, Süleyman a.s’ın huzuruna geldi:


-Ey Allahın Nebisi! Dedi. Ben artık ihtiyarladım. Ömrüm sona erdi. Ne olur bana izin ver. Ta ki ben İsrail oğullarına vaaz edeyim, son ömrümde bir öğüt vereyim!” dedi. Süleyman a.s da ona izin verdi. Asaf’ta hemen İsrail kavmini topladı. Bundan sonra o da minbere çıktı. Allah u Taalayı hamd etti. Senada bulundu. Süleyman a.s’dan ünce gelen peygamberlere salavat getirdi. Onları öğdü. Onlardan sonra Süleyman a.s’ı andı ama onu öğmedi. Minberden indi. Fakat onun kendisini anmaması Süleyman a.s’a çok ağır geldi. Gücüne gitti. Onu azarladı. Asaf’ta:


-“Allahın Nebisi! Ben seni nice öğeyim ki, sen bir kadınla evlendin ki kırk gündür o kadın, senin evinde gece-gündüz puta tapıyor!” dedi. Süleyman a.s Asaf’tan bu haberi işitince:


-“Niçin bana haber vermedin?” diye sordu. O da:


-“Ey Allah’ın Nebisi gördüm ki o kadına karşı gönlünde büyük bir ilgin vardı. Bundan ötürü söylemedim.” Dedi. Süleyman a.s hemen sarayına döndü, o putu kırdırdı. O kızı da öldürttü. Temiz giysiler giydi. Başını yere koydu. Ağladı, ağladı. Ve:


-“Yarabbi! Sen bilirsin ki benim bu işten haberim yoktu. Senden başkasına tapmak bize layık değildir. Ya ilahi! Bunca iyilikleri ve keremleri ki, Davutoğullarına eylemişken, onlar nasıl olur da puta taparlar!” diyerek çok yalvardı, çok gözyaşları döktü.


Süleyman a.s’ın bir yüzüğü vardı. Bütün insanlar, cinler, yırtıcı hayvanlar, kuşlar ona boyun eğerlerdi. O mührün üstünde İsm-i Azam yazılmıştı. Süleyman a.s ne zaman ayak yoluna çıksa, o yüzüğü Cerrade adındaki hatuna verirdi. O en ulu karısıydı. Ona güveni vardı. Bir gündü: Yüzüğü yine ona vermişti. Kendisi su yoluna gitti. Devlerden bir Dev vardı. Kaya adında biri, o yüzüğü her zaman hile ile almak kastındaydı. Süleyman a.s ayak yoluna gittiğini görünce kendisini Süleyman a.s’ın şekline benzetti. O yüzüğü ulu hatundan aldı. Parmağına taktı. Ve Süleyman a.s’ın kürsüsüne geçti, oturdu. Bütün halk, devler, periler, kuşlar onu görünce, Süleyman Nebi sandılar. Süleyman a.s ayak yolundan çıktı. Karısı Carade’den yüzüğü istedi. Carade kadın:



-“Sen Devsin!” dedi. Süleyman a.s’ın bu sözle gönlü kırıldı, çok kızdı. Karılarının odalarına girmek istedi. Fakat kendisini hücrelere sokmadılar. Ona:


-“Sen Hz. Süleyman Nebimizin şekline giren bir devsin!” dediler. Her nereye gittiyse:


-“Süleyman a.s işte kendi tahtında oturuyor. Sen devden başka bir şey değilsin!” dediler. Süleyman a.s şaşkınlık içinde, başı dönmüş olarak sarayda çıktı. Anladı ki, Allhü Teala’dan kendisine bir bela erişmişti. Oradan tahtına geldi:


-“Ben Davut oğlu Süleyman’ım. Halkım benim kalbimi kırdı!” dedi ise de, onlar da:


-“Sen cini kavmindensin. Kendini Süleyman a.s şeklinde göstermektesin.” dediler. Bundan sonra Süleyman a.s sokaklara düştü, yürümeğe başladı. Halkın bütün inancı şuydu: Bu kişi bir cinidir, Süleyman Nebi değildir. O da kollarını açtı ve şöyle yakarmaya başladı:


-“Ya ilahi! Nebilerden çok kimseyi belalara uğrattın, Ama kendi rızkını kendisine haram kılmadın. İşte ben tevbe ettim ve günahımı biliyorum. Artık onun gibi bir günah işlemeyeceğim.”


Şimdi yolda yürürken yerde bir parça kuru ekmek buldu. Yemek istedi kuruluğundan yiyemedi. İlerleyip yürüdü deniz kıyısına geldi. O ekmeği ıslatıp yemek diledi. Elini ekmekle suya uzatmış ve suya sokmuştu ki ansızın bir dalga geldi. Ekmeği elinden aldı götürdü. Yine yakarmaya başladı:


-“Ya İlahi rızık veren sensin. Kaç gündür ki aç açına dolaşıyorum. Bir parça kuru ekmek elime geçmiş oldu, onu da deniz dalgası aldı!” dedi. Yeniden yürümeye başladı. İleride bir insan kalabalığı gördü. Balık avlamaktaydılar. Yürüdü, onların yanına vardı. O avcılardan balık diledi. Balıkçılar ona bir şey vermediler ve onu yanlarından kovdular. Süleyman a.s onlara:


-“ Ey Kavm! Allah inandırsın ki ben Süleyman’ım. Ama bir günah işledim. O günahtan ötürü bu belaya uğradım!” dedi. Bu kavim ona inanmayıp gülüştü. Bu kişilerden biri bu kişinin:


-“Ben Süleyman’ım!” demesine kızıp onu azarladı. Bu azar Süleyman a.s’a çok ağır geldi. O kadar ağladı ki bu kişiler onun ağlamasına acıdılar. Ona her gün iki balık verdiler. Süleyman a.s o balıkları alır, şehre gelirdi. Birisini ekmek almak için verirdi, birisini de kendisi yerdi. Kırk gün ve kırk gece bu hal ile geçti. Kırk gün tamam olunca o bütün dertlilere yetişen, çaresiz kalanlara erişen,zevali olmayan, ebedi ve ezeli olan Allahu Teala hazretleri yine Süleyman a.s’dan hoşnut kaldı. Onun suçunu bağışladı. Yurdunu sarayını ona layık gördü.


Yine suçunun bağışlanacağı o gündü. Kaya cini Süleyman a.s’ın tahtına geçmiş, bağdaş kurmuştu. Hükümler veriyor yalancı hükümetler ediyordu. Ama yaptığı işler hiçte gökten inen Tevrat’a uygun değildi. Bütün din bilginleri de çevresinde oturuyordu. Hiç birisi Süleyman a.s’ın heybetinden söz açmazlardı ve tahtta oturanın yalancı bir dev olduğunu bilmezlerdi. Hatta Süleyman a.s’ın hatunları , cariyeleri bile bunu anlayamamışlardı. Ama Sahte Kaya Dev bunu söyleyemezdi. O da Şundan ötürüydü ki, ansızın tüm gerçeğin ortaya çıkmasından korkardı. Bundan dolayı da Süleyman a.s’ın ne malına ne de eşlerine zara vermemişti. Öteki Devler onun bir cin, bir dev olduğunu bilip anlayınca çok sevindiler, aralarında bayram ettiler. Ama yirmi gün geçince Kaya Dev’in arkadaşları ona:


-“Ey kaya cin! Bu mülk sana kalmaz. Ebedi değildir. Bari elin ermişken iyi bir iş işle de yarın ondan bize bir padişahlık ele geçsin!” dediler. Hemen bütün cinlerin hepsi bir yere toplandılar. Ne kadar Tevrat kitapları varsa sakladılar. İçine büyüler, cadılıklar yazdılar. Süleyman a.s’ın tahtının ayakları ki altındandı, o cadılıklarını orada gizlediler. Tevrat’ı yine önceki gibi düzdüler. Bunu da hiç kimse bilip anlayamadı. Hatta Süleyman a.s’da anlamadı. Süleyman a.s vefat edinceye kadar orada kaldı. Dünya aleminden, ahiret alemine gidince devler o tahtın ayaklarını yardılar. O büyüleri çıkardılar.


Ve halka:


-“Süleyman’a bu kitaplar gökten inmiştir!” dediler. İsrail halkı da bu kitaplardan o cadılıkları öğrendiler. Çok kişi de bu yolda devlere uydular. Fakat Hüdayı Teala cc bu kıssayı kuranı kerim’de zikrederek şöyle buyurdu:


“Halk Süleyman’ın saltanatı aleyhine şeytanların büyüsüne uydular. Süleyman o sihirlere uymadı ve kafir olmadı. Lakin şeytanlar, insanlara sihir ettikleri için kafir oldular” (Bakara 102)


İsrail oğullarının önünde ve elinde bu sihirden öğrendikleri kadarının aslı işte bu uydurma Tevrat’tandır.


Böylece kırk günden sonra halk kaya Dev’in işlerinden bıktı. Vezir Asaf’a vardılar. Olanları bildirdiler. Asaf kalktı Süleyman a.s’ın hanımlarının yanına gitti. Onlara sordu.


Onlar da


-“Şimdi kırk gün oluyor ki Süleyman a.s. bize uğramıyor!” dediler.Vezir Asaf o zaman o hükümleri verenin devlerden biri olduğunu anladı, devleri öldürmek diledi. Asaf Tevrat’ı okuyanları çağırdı. 4.000 kişi ile yalancı hükümdar kaya’nın yanına gitti. Tevrat’ı okudular. Kaya Dev orada durmadı, kaçtı. Halk Süleyman a.s’ı istiyordu. Kaya dev çaldığı yüzüğü gitti denize attı. Yüzüğü bir balık yuttu. Allah cc o balığı bir balıkçının ağına düşürdü. Balıkçılar o balığı çıkardılar. Akşama yakın, onlar Süleyman a.s’a iki balık verdiler. O da birini sattı. Birini de kızartmak için içini yardığına içinde yüzüğü buldu. Onu eline aldı, öptü, parmağına geçirdi. Kalktı şehre girdi. Halk ona koşuştu. Kendisini tahtına oturttular. O da Devlere:


-“O Kaya Dev’i bana getirin!” emrini verdi. Kendisine:


-“O denizin dibine girdi. Artık elimize geçmez!” dediler. Bir bölük peri de:


-Eğer bize biraz ihsanda bulunursan, bize bir şey demezsen, onu sana getiririz!” dediler. Süleyman a.s’da:


-“Demem!” diye söz verdi. “Çalışın, onu bana getirin!” dedi. Bunlar deniz kıyısında yüksek sesle ağlayıp hıçkırmaya başladılar. Kaya Dev denizin dibinden:


-“Size ne oldu?” diye seslendi. Devlerde:


-“Süleyman öldü!” Kaya dev bu habere sevindi. Denizden dışarı çıktı. Onların arasına girdi. Onu hemen yakaladılar. Süleyman a.s.’a getirdiler. O da bir kayayı oydurdu. Kaya Dev’i bağladılar. O kayanın içine koydular. O kayayı o bakır ırmağının içine attılar.


(Kaynak:Tarihi Taberi)

Yorumlar